Saat öğlene doğruydu. Zil çalmıştı. Torunları gelmişti bizim yaşlıların. Açtı kapıyı babannecik. Yorgun ama bir o kadar da güler yüzlü haliyle. Girdi içeri torunları, oğlu, gelini. Herkes sarıldı, elini öptü. Geçildi salona, oturuldu koltuklara. Başladı nasılsınız soruları ve devam etti arkasından koyu bir sohbet.
Bir ara torunu başını sağa çevirdi, hayal etti dedesinin heybetli ve ciddi görünüşünü ve daldı gitti düşüncelerine...
Yaşlanmıştı ama huyu hiç değişmemişti ki; hala heyecanlanırdı torunları gelince. İzzet-i ikramda sınır tanımazdı. Ne ikram edelim size? diye sorardı. Meyveyi dahi kendi soyup öyle ikram ederdi. İşlerini başkasına yıkmak hiç adeti değildi. Evde yardımcıları vardı ya ama onu da kızından farklı görmezdi. Hanımına bambaşka bir sevgi duyardı. Boş durmayı hiç sevmezdi, kitabını okur, bulmacasını çözerdi. Öğrenmenin yaşı yoktur ilkesini yaşayan ve bu haliyle de örnek bir insandı. Biri bir soru sorduğunda "çok önemli bir konuya değindiniz" der, konu hakkında bildiklerini anlatır ve verdiği cevaplarla karşısındakini şaşırtmayı başarırdı. Zaten derdi ki "bir kitaplara bir de hanımıma doyamadım" İsraf etmeyi de hiç sevmezdi. Denizdeki suyu bile boşa harcamazdı. Cömertti; kaşıkla toplar kepçeyle dağıtırdı. Sabırlıydı; Hasta olduğunda hiç şikayet etmezdi...
Sonra gülümsedi kendi kendine ve devam etti düşünmeye sekiz numaralı torun...
Bu kez babaannesi gelmişti aklına; Eee... çok normaldi aslında bu; dedesi ve babaannesi birbirinden koparılamaz bir ikiliydi onun gözünde. Sanki hiç ayrılmazlar gibi gelirdi ona. Babaannesi, dedesinin yareniydi. Dedesi arada takılırdı hanımcığına. Güldürürlerdi o zaman herkesi. Ama iltifat etmeyi de hiç eksik etmezdi. Pamuk gibi yumuşacık elleri vardı babaannesinin. Ellerinden öptün mü, sımsıkı sarılırdı. Dua dilinden eksik olmazdı. Meraklı ve araştırmacıydı; kim nasılmış? neredeymiş? ne yapmış? Hepsini telefon açar öğrenirdi. Yalnızlığı sevmezdi; evi kalabalık olsun, çocuk sesi hiiiç bitmesin isterdi... Evlat, torun dedin mi akan sular dururdu, onlara karşı olan ilgisi ve sevgisi başka hiç bir şeyde yoktu...
Düşünce dünyasında yol almaya devam etti; sondan üç numara olan...
Pir-i Fani iki güzel insanın torunu olabilmek, her insana nasip olmazdı. Ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha hatırladı ve şükretti Rabb'ine.
Torunun dalıp gittiğini fark eden babaanne; yavrum, ne oldu? ne düşünüyorsun? diye sordu. Bir an için irkilen sekizinci torun yapabildiği en iyi şeyi yaptı; gülümsedi ve hemen sonra yanına gitti bir kez daha sımsıkı sarıldı babannesine. Yaşlar boşaldı gözünden. Bugün bayramdı ve dedesi ilk defa yoktu. Bir daha dönmemek üzere gitmişti Dar-ul Fenadan. Gezmekten bir hayli zevk alan dedesinin bu seferki yolculuğu çok uzundu. Biletinin geri dönüşü yoktu, ne de olsa yolculuk Dar-ul Beka ya idi. En çok bir dua kapısının gittiğine üzülüyordu bu torun. Evde ne kadar kalabalık olursa olsun yeri doldurulamayan bir boşluk vardı. Biliyordu aslında dünya hayatının sonlu olduğunu, elbet bir gün biteceğini ve sonsuz olan o güzel yerde yani Cennet-i Ala da yeniden beraber olacağını. Ayrılık ne kadar uzun olursa olsun muhakkak kavuşulacaktıya sonunda belki de en rahatlatıcı olanıydı...
Elhamdülillah hiç birimiz bırakmadık tefekkürü ve sabrı... İnşallah şimdi sende çok mutlusundur dedeciğim. Rabb'im kabrini Cennet bahçelerinden bir bahçe, makamını Ali eylesin inşallah. Rabbim bizlere de şefaatine nail eylesin inşallah dedeciğim, kabrin nur ile dolsun can dedem...
Görüşebilmenin ümidi kalbimizde hep taze kalıp daha da yeşerecektir Allah'ın izniyle...
Dua ile... Torununuz Zeyneb Hanım...