22 Ağustos 2014 Cuma

Üniversite Hayatım

İyi Öğlenler; 
Son yazımda üniversiteden bahsetmiştim biraz, şimdi de devam edeyim diyorum. Bakın bakalım ben nasıl okul okumuşum? :)
Kabul etmem lazım, pek başarılı bir öğrenci değildim, çalışmayı de pek sevmezdim. Ama işi zekayla yürütenlerdendim. Kendimi kasarak çalıştığımı hiç bilmem mesela. Bir tek final sınavı önceleri gecelerdim, uykusuz kalırdım. Ona da pişmanım :) Keşke daha çok uyusaymışım. Hoş, bir dönem boyunca kitap yüzü açmayınca son gün biraz elim ayağıma dolaşırdı ancak geceleyince biterdi o notlar. Yani tabi her zamanda bitmezdi. Son geceye 300 sayfalık not bıraktığımı bilirim mesela. Ama onunda yöntemi vardı; yere bir çizgi çekip, notları havaya atardım. çizginin solunda kalanlara geçmiş olsun. Çünkü onlara çalışmaz, şutlardım. Ama sağ tarafa düşen notlara çalışırdım :) Bunun gibi metodlarım meşhurdur. Sonra mesela, ablam benim sınavlarıma çok stres yapardı, "Ne olacak bu çocuğun hali?" diye çok endişelenirdi. Bu nedenle konuya benden önce çalışır, bana anlatırdı. Kafası biraz rahat bir öğrenciydim vesselam. Tamam itiraf ediyorum, okulu takmazdım. Bana çok boş gelirdi, onun için çokça sosyal etkinliklere katılırdım. Bence hayatı yenmeyi başarmış birinin vereceği konferans derslerden çok daha önemliydi. Belki de hayatta ki en büyük başarımdı korkuları bastırmak; "başarısızlık korkusu, gelecek korkusu, başkalarının ne diyeceği korkusu" korkuların bittiği yerde "yapmak istedikleriniz" devreye girer ve bir şekilde yönlendirirler sizi. Çünkü aslında hiç birimiz işe yaramayan bir varlık olmak istemeyiz. İnsanı canlı tutan ve yenilikçi yapan kişinin hayalleridir. Tabi ki fıtrat çok önemli. Ama genel olarak bu iş böyledir, duyguların esiri olmamalıdır insan. Duygularımızı yönetebildiğimiz ölçüde mantıklı oluruz. Aşırı korkak, aşırı hırslı ya da aşırı duygusal olmak bizi çıkmaza sürükler. Demek ki neymiş, bir tutam duygu ve bol kepçe mantığı harmanlayınca bu iş oluveriyormuş. Gerisini sallayın :))
Şunu eklemek isterim, evet çok çalışmazdım, hatta zaman zaman çok dalga geçerdim derslerle ama yetenekliydim. Laboratuvarda kolay kolay elime su dökebilen olmazdı. Eğitim sistemini beğenmediğim için ezber yapmazdım. Bu benim için bir tür boykottu belkide. Hayatı sadece ders çalışarak kazanılmayacağını iyi bilen biriyim. Onun için kültürel ve sanatsal alanla fazlasıyla ilgilenirdim. Hep bir amacım oldu. Gülerken de kızarken de ağlarken de. Başıboş üniversite yılları sürmedim Allah'a şükür. Evet, belki başkalarına göre çok şanslıydım ama sebeplere de yapışırdım, önüme taş koyanlar çok oldu, ama şükürler olsun ki başardım. Bazen çok yorulurdum, ama şikayet etmezdim, düşmanıma hiç boyun eğmedim. Bana karşı olanların önünde dimdik tuttum başımı ve hep mutlu gözüktüm. İçim bazen çok yanardı, ama gülümsemeyi ihmal etmezdim. Hasıl-ı kelam, rolümü iyi oynardım. İşin püf noktası da bu galiba, nerede nasıl davranacağını bilmek!!
Ben daha ne söyleyeyim.. İşte bir bir yazdım yaşadıklarımı.. İster okuyun geçin, ister ibret alın. Seçim sizin... Habercinin görevi haber vermektir...




21 Ağustos 2014 Perşembe

Başlangıç ve Bitiş

Merhabalar
Çok zaman geçti...Çok sular aktı son yazımın üzerinden...
Mesela ben artık bir üniversite mezunuyum. Kimyager oldum. Şaka maka oldum cidden. Bu okul hiç bitmeyecek sanıyordum ama geçti gitti işte 4 koca sene. Resmen bitti okul. Yaşadıklarımın hepsi birer hayal oldu. Geriye sadece diploma dedikleri bir kağıt parçası kaldı elimde. İsim, soy isim, okul adı, not ortalaması vs. yazan bir kağıt.. Ama bir de gözükmeyen kısmı var o diplomanın, sadece ben bakınca görebiliyorum o kısmı.. Keşke diyorum herkes görse o diploma da benim gördüklerimi.. Keşke herkes çekilen çilenin, verilen zehrin farkında olsa.. Keşke, neyse boş verin! Anlatsam da anlaşılmaz ki, ben nasıl benden öncekilerin yaşadıklarından ibret almadıysam benden sonrakilerde almayacak sanırım. Zehri içmek şart galiba. Biz başımıza gelmeden anlayamıyoruz sanırım. Keşke biraz büyük sözü dinlesek! Neyse Allah dan zehri şekere dönüştürmeyi başarmayı zaman zaman akıl edebiliyoruz...
Biraz ağır bir yazı oldu farkındayım ama insan hayatında öz eleştiri yapmalı, genelde hep gülerim, güldürürüm, hatta her zaman pozitif yanlarını görürüm hayatın. Ama bunları da düşünmek lazım. Ebleh ebleh gezmenin kimseye bir faydası yok. Anı yaşamak elbette çok güzel ama farkındalıkta önemli.. Düşünmek lazım, yanlışları düzeltmek lazım bir de üretmek lazım... 
Sizleri başka yazılarda güldürürüm inşallah ama bugünlük böyle olsun.. Kafi gelir umarım yazdıklarım.. Ne diyebilirim ki başka?
İnsanlığa iyi bakın!! Görüşmek üzere...


23 Aralık 2013 Pazartesi

Öğrencinin Kışı


İyi akşamlar; 
Soğuk kış günlerinden birindeyiz.. Kar, yağmur sağ olsunlar bize kendilerini hatırlatıyorlar.. Gerçi hem karı hem de yağmuru çok severim ben. Ama bazen yorucu oluyorlar. Kışın özellikle hava çarpması diye bir kavram var. Hastalık gibi bir şey. Bu hava çarpması insanın başına geldiği zaman yorgunluğunuz ikiye katlanıyor. Baş ağrısı, uyuma isteği de cabası.. Ancak öğrenciyiz neticesinde; yorulmamamız şart! Çünkü o dersler zamanında yapılmak zorunda. Çünkü gelecek bizim omuzlarımız da vs. vs...
Biz de genç beyinler olarak bunun da yolunu bulduk Allah tan...
Nasıl mı? Anlatıyorum... Şimdi ilk olarak dışarıdan eve geldiğimiz de üzerimizde ki kaban+çanta+atkı+bot dörtlüsünden kurtuluyoruz. Zaten üzerimizden 10 kilo gidiyor bunları çıkarınca. Sonra odamızın kalın perdelerini çekiyoruz.( odanın ışıklarını açmadan odaya bir süre ışık girmemesini sağlıyoruz, bu yolla baş ağrısını dindiriyoruz) Ve daha sonra üzerimize en rahatından eşofman+ t-shirt+panduf üçlüsünü giyiyoruz.. Ya sonra? sonra, hızlı adımlarla mutfağa yöneliyoruz. Ve su ısıtıcısının tuşuna basıyoruz. Su kaynadı mı? gerisi tercih meselesi; cappucino olur, latte, sahlep, nescafe, sıcak çikolata ne istersen artık. İçtin mi bir kupa sıcak içeceğini karanlık odanda? Yarım saat kadar da dinledin mi kafanı? tamamdır oldu bitti... evet dersler beklemez.. Çalışmalar aksatmaya hiç gelmez..
Buyurun size öğrenci kafası... Artık neresinden alırsanız? Hem rahatlığı seven, fırsatını buldukça hazıra konmak için çabalayan ama o fırsat pek gelmediğinden genellikle her türlü işini bir gayretle yapmaya çalışan insana öğrenci denir. 
Herkes bu yollardan geçti belki ama biz (yeni nesil) birazcık farklı geçiyoruz galiba... Hayırlısı olur inşallah.. Ne diyeyim ki başka..
Yine ve yeniden başka konularda görüşmek, farklı bakış açılarımızla da buluşmak üzere... Hoşça kalın...

20 Aralık 2013 Cuma

BOBOP :)



Ne demek ki bobop? Bu soruları duyuyor gibiyim :) 
Ben küçükken acayip saf bir şeydim. Masum, kendi halinde, sevimli bir kız çocuğuydum işte.. Şimdi işler tersine döndü yaa neyse.. Ne ara bu kadar uyanık? Ne ara ağzı bu kadar laf yapıp, insanlara dünyayı dar eder hale geldim hiç hatırlamıyorum, emin olun :))
Neyse biz bobop'a gelelim. Bobop da benim küçüklüğümden kalma bir kelime. Ben çocukken bir de varlıklara kendimce isim takmayı severdim. Hep özgün oldum gerçi. Kelimelerde bile; uydurukçaydı belki ama özgündü :)
Efendim Bobop; tam olarak patlamış mısır demekti benim lügatimde :) Her ne kadar oyuncak ayıya verilmiş bir isim gibi dursa da.. bildiğimiz patlamış mısıra "bobop" derdim ben :) Sebebini de hatırlıyorum, mısırlar patlarken ki çıkan o sese anlam vermiştim kendimce.. Aslında yansıma sözcük gibi bir şeydi bu :)
Hatta ben hatırlamıyorum ama bizimkiler hep anlatır; beni bir gün halama bırakmışlar; ve bende halamdan "bobop" istemişim. Tabii halam bobopun ne anlama geldiğini bilmediğinden yaklaşık iki saat boyunca beni anlamaya çalışmış. Ama anlayamamış maalesef.. Taki annemler gelip bobobun ne olduğunu halama anlatana dek.. Halamı epeyce uğraştırmışım o gün istemeden...
Halen mısır patlattıkça gelir aklıma bobop kelimesi.. çocukluğum benim.. Belki de hayatımın en güzel günleri... Saflığın dibine vursam da çocuk olmak çok güzel.. çocukluğunu yaşayabilmekte öyle.. Çünkü geçmişten güç alır insan.. Çocukken yaşadıklarıyla şekillenir insan...
Bugünde geçmişimi su yüzüne çıkarttım. Bakalım daha neler olacak? Merakla bekliyorum..
Herkeslere hayırlı geceler... 

18 Aralık 2013 Çarşamba

Hayatımın İçinden..


Veee.. beennn :)) İyi geceler blogdaşlarım :)
Uzuun uzuun zaman sonra sizlerin yanınıza yine hiç beklenmedik bir anda geliverdim :) O kadar yoğunum ki, aynı anda o kadar çok şey düşünüyorum ki; o nedenle arada bazı şeyleri unutuyorum, kaynayıp gidiyorlar. Ama Allah tan daha sonra geliyorlar aklıma :)
Okul hayatı galiba beni en çok meşgul eden şey.. Halbuki son sınıfız. Bize derlerdi ki son sene; en boş sene olur; her şeye vakit kalır. Nerdeee??? Haftanın dört günü okula gidiyorum. kalan bir boş günümde de kursa gidiyorum zaten. Hafta sonu zaten; proje çalışma biraz da aileye vakit ayırmayla geçiyor. Bir de her gün iki öğrenciye özel ders veriyorum. Aslında yazınca çok şey yapıyormuşum gibi gözüküyor. Ama bence çok az şey yapıyorum. Mesela kendime vakit ayıramıyorum. Arkadaşlarımla görüşemiyorum. Kitap okumayı çok seven ben, kitap bile okuyamıyorum. Alış veriş yapamıyorum. Daha gitmek istediğim kurslar var ama maalesef yetişemiyorum. Sonra artık iş hayatına atılmak istiyorum. En azından stajyer olarak ama bunların hepsini yapmam için bir günün 48 saate falan çıkması lazım. O da hiç olmaz zaten  :)) Ben de işte elimden geldiğince kendimi avutuyorum. 
Amma da çok dert yandım sizlere; biraz da güzel haberler vereyim, inşallah yakında teyze olacağım.. Çok yakın bir dostum anne olacak inşallah. Bana öyle yakın birisi ki kardeşim gibi olduğundan ilk kez teyze heyecanını hissediyorum... Çok hoş bir duyguymuş açıkçası... Bir sürü hayal kurdurtuyor bana.. Bakalım; çook güzel olur sonu da inşallah..
Eee.. evet; benden bu akşamlık bu kadar.. Bir daha ki görüşmemiz ne zaman olur? Bilmiyorum ama belki yarın, belki yarından da yakın...
Ben kaçtım... Görüşürüz :))

8 Kasım 2013 Cuma

Hayal Penceresi

Uzun zaman görüşememiş iki dostun birbirlerini ilk gördükleri andaki gibi bende sıcak bir gülümsemeyle karşılıyorum sizi... Merhabalar...
Şimdi duruyorum. Ve hatta durduruyorum. sadece bir dakikalığına da olsa bunu yapıyorum. Yazdıklarımı, çizdiklerimi hepsini bir kenara bırakıyorum. Tüm çarpıcılığı ile yaşadığım her şeyi, elimle kenara itiyorum. insanların söylediklerini, onların hakkımda ne düşündüklerini falan hepsini..
Kendimi bırakıyorum okyanusun kıyılarına. Bende Pasifik'in maviliğinin bir parçası oluyorum. Rahatsız eden hiç kimse, hiç bir şey yok. Okyanustaki balıklar bile çekilmiş ayak altından. Sırt üstü uzanmışım okyanusa, gökyüzüne bakıyorum. Güneşin sıcaklığıyla içimi ısıtıyorum.. Sonra okyanus kıyısında ki küçücük tahtadan evime gidiyorum. Yorgunluğun getirdiği tatlı uykuyu yumuşacık yatağımda huzurla uyuyarak atıyorum. Uyandıktan sonra evimdeki kitaplığın önüne gidip, klasiklerden sevdiğim bir kitabı alıp dışarı çıkıyorum. Dışarıdaki hafif rüzgar yüzüme çarpıyor. Şalımın hafiften titrediğini hissediyorum. Oturuyorum evimin önüne ve dayıyorum sırtımı ahşap evimin duvarlarına. Uzatıyorum ayaklarımı.Ve mutluluğun derinliğinde kaybolup gidiyorum...
Projeler, ödevler, sınavlar derken onca işin gücün arasında kendimi rahatlatmanın en güzel yollarından biridir hayal kurmak. Sadece bir iki dakika bile sürse gerçek yaşamdan kopmak iyi geliyor. Tekrar kafamı toplayıp daha iyi çalışabilmek adına çok etkili bir işlem. Herkese de tavsiye ediyorum...
Not: Hayal kurmayı sahte bulanlar için söylüyorum, bilinçaltımız gerçek görüntüyle, beynimizde hayali olarak canlandırdığımız görüntüyü ayırt edemez. Bu nedenle de her güzel düşünce de insanı mutlu eder. Ve unutmayalım ki, hayaller elbet bir gün gerçek olur...

14 Ekim 2013 Pazartesi

Soru İşaretleri ???

Uzunca bir aranın ardından...


     Neydi beni bu kadar yavaşlatan? Neydi ki sevdiğim işleri unutturan? Yoksa gerçekten sevmiyor muydum? Sahi sevgi nedir ki? Sevgiye yüklenen anlamın bir ağırlığı olmalı mıydı? Yoksa sevgi kuş gibi hafif olunca daha mı rahat olurdu? 
    Beynimden geçen onlarca soru cümlesinin tam ortasında kaldım yine. Birini cevaplasam bir yenisi geliyor arkasından. Ben de kimi zaman bırakıyorum beynimdeki soru işaretlerini bir tarafa. Ve hayatın eğlencesini çıkarmaya çalışıyorum, dibine vuruyorum rahatlığın. Çünkü çoğu kez korkuyorum bir daha hiç rahat olamamaktan.
    Mantığımla hislerim yoğun bir savaş döneminde şu sıra. Kim kazanır bilmiyorum ama tam biri ötekinin sırtını yere vurmuşken vazgeçiyor öldürmekten.. Çünkü mantığımla hislerim öylesine iç içe girmişler ki mantığım hislerimi öldürürse biliyor ki kendinden de bir parça kopacak. Hakeza hislerim için de geçerli aynı tablo...
     İçi seni dışı beni yakar derler ya hani, ben de içi de dışı da yine beni yakıyor.. İçeride olanları yazdım işte.. Dışarıda olanlar ise... Benim dışımda gelişen yüzlerce olay, dönüyor dolaşıyor yine benim ayağıma dolanıyor. Ortada hiç bir şey yokken kendimi istemediğim bir olayın tam da ortasında buluyorum. Üniversite, aile, arkadaşlar, belkide bu dertlerin en büyük kaynağı. Hem ölesiye çok sevmek, hem de her şeye rağmen kopamamak... Nasıl bir şeydir bu Dünya???
     Yine girdim çıkmaz bir döngüye.. Dolambaçlı yollarda sorulan suallerin düştüm içine işte... Düşmemek için çırpınıyorum uçurumdan. Belki bugüne dek hiç düşmedim, bir şekilde yolumu buldum ya da bana bazen dert olan olgular elimi tuttular kimi kez ama uçurumdan da hiç uzaklaşamadım ki. Hep kenarındayım. Atılabilecek bir adımın nelere yol açacağını öğreniyorum o uçurumda...
Şimdi ise yine sıyırıp atmaya çalışıyorum bu düşüncelerimi. Çünkü çok özlüyorum mutlu yaşamayı. Gülmeyi, güldürmeyi. Sorularıma cevap bulamıyorum ama sevginin çok kuvvetli bir güç olduğunu biliyorum ve inanıyorum.. 
    Bayram geliyor, işte bu yüzden yaşanan kötü olayları unutmak en iyisi galiba.
   Uzun zaman olmuştu ya yazmayalı.. Hayat telaşesi falan derken gelemedim ki buralara.. Telafisi mümkündür ama inşallah.. Daha eğlenceli, güldürebileceğim yazılarımda buluşmak üzere...