7 Eylül 2013 Cumartesi

Bir Kahvenin Öyküsü


İyi Geceler;
Bir hikaye yazdım bugün gerçeklerden esinlenerek... 
Bir gün herkesin görevini tam olarak yerine getirmesi umuduyla...
Önce tohumdu o da her bitki gibi, toprağa düştü, büyümeye başladı. Üzerine yağmurlar yağdı. Güneş ışığını tüm benliğiyle sahiplendi. Fidan oldu, büyümeye devam etti. Köklerini saldı toprağın en derinlerine. Büyüdü, büyüdü... 3 yıl sonra kocaman meyve verebilen mis kokulu bir ağaç oldu. Meyvelerini verdiği gün başladı onun da gerçek hikayesi... İnsanlığa faydalı olmaya başladığı gün, onun günüydü... İnsanlar geldi meyvelerini toplamaya başladılar. Herkes payına düşeni aldı, nasiplerince faydalandılar o meyvelerden... Yıllar geçmeye devam etti. İnsanlar kahve ağacının çekirdeklerini her gün biraz daha sevmeye başladı. Bizim meyvelerle dolu kahve ağacının tohumlarını aldılar. Yeni kahve ağaçları yetiştirmek üzere elde ettikleri tohumları tekrar toprakla buluşturdular. Kahve ağaçları günden güne yayıldı. Her yeni tohum, yeni bir medeniyetle tanıştı. Kahve ağaçları tüm dünyaya yayıldı. Bu durumdan hem kahve ağaçları hem de insanlar çok memnundu. İnsanların hayatlarında kahve önemli bir yer tutmaya başladı. Kahve deyince keyif yapmak anlaşılır oldu.Tabii her yerde kahve ağacı yetişemiyordu. Kahve ağacının da kendine göre nacizane istekleri vardı. Bulunduğu ortam ne çok sıcak ne de çok soğuk olmalıydı. Bol bol yağmur suyuyla yıkanmalıydı. Ve her canlı gibi o da sevgiyle okşanmalıydı... Zaman biraz daha akıp geçti insanoğlu her geçen gün daha da nankörleşti. Birileri başkalarının keyifle kahve içmesini çekemedi. Bencilliği ve kini tavan yapmış durumda olduğundan gücünü kullanmaya karar verdi. Halbuki kendi son model konforlu koltuğunda ayak ayak üstüne atarak, kahvenin her yudumunun tadına varıyordu. Dünyada ki her şeyi kendinin olsun istiyordu. İnsan gibi yaşayan birilerini görmek onu çıldırtıyordu adeta. Kararını verdi, kahve ağaçlarının yetiştiği yerdeki insanlara eziyet edecek, o zavallı insanları yerinden yurdundan edecek böylelikle kahvenin tek sahibi olacaktı. Bu hırs ve düşüncelerle önce en zayıf kahve ülkelerinden biri olan Myanmar, Arakan da bulunan müslümanları korkutmaya başladı, zulüm yaptı onlara. Yakıp yıktı evlerini... Ancak unuttuğu bir şey vardı zalimin; bu dünya kötülere kalmayacaktı. Arakan da ki zulme şahitlik eden kahve ağaçları da aralarında fısıldaşıyorlardı. Bu fısıldaşma yüksek bir sese dönüştü ve dünyada ki tüm kahve ağaçları duydu bu zulümü. Ağaç deyip geçmeyin, netice de o da canlı. Ve hatta nankör insanın aksine Rabbine hep zikredici bir halde... Önce Arakan da ki ağaçlar kurumaya başladı. Sonra Arakanda ki ağaçların kurumasına üzülen diğer kahve ağaçları bıraktılar kendilerini... Kahve ağacı da olsa sevgi ister, dayanamaz kendine yüzlerce sene vefayla bakan insanların ölmesine... Zalimin öfkesi had safaya çıkmıştı. Kahve ağaçlarının kurumasını düşünememişti çünkü. Kahve ağaçlarının kurumasını, zulüm yaptığı insanlardan sebep bildi. Ve zalimliği daha da şiddetlendi. Kahve ağaçları kurumaya devam etti, bir zalimin zulmünü görmektense ölmeyi tercih ettiler... Zalim, Arakan da ki kahve ağaçlarının kurumasını bir kenara bıraktı ama dünyada ki diğer kahve ağaçlarının kurumasını zalimin aklı almadı. Kahve ağaçlarının kuruması demek; kahvesini içemeyecek, dört köşe keyfine keyif katamayacak demekti. Elini çekmeye karar verdi Arakan dan. Onlarla işi bitmişti, hedefine ulaşamamış aksine elindekileri kaybetmeye başlamıştı. Ama olan Arakan da ki o insancıklara olmuştu. Elbette bu yaptığı zulmün cezası ağır olacaktı... Zalimin parası çok olmasına çoktu da para ancak bu dünyada geçerli idi. Zalim bunun da farkında değildi elbette. Şimdi de parasıyla başladı kahve ağaçlarını iyileştirmeye. Ama kahve ağacı bu; en az 3 sene ister meyve vermek için. Sabırdan yoksun olan zalim 3 sene beklemeyi içine sindiremedi ve kahve ağaçlarının en hızlı şekilde büyümesi için yapay ilaçlar verdi onlara. Doğallığını bozdu, genetiğiyle oynadı. 3 seneyi 3 aya indirmeyi başardı. Ancak yine unuttuğu bir şey vardı. İçtiği kahveler artık fayda yerine zarar verecekti ona. Nitekim çok geçmedi, önce obeziteye yakalandı. İnsanların içine çıkamaz oldu. Sonra hareket dahi edemez oldu. Yardımlaşmak nedir bilmediğinden kimsede yanına gelmedi. İğrenç bir şekilde de öldü gitti, komşuları günler sonra evinden gelen kokudan farkına vardılar öldüğünün. Komşuları polis çağırdılar evine, polis bile pisliğinden, kokusundan taşıyamadı zalimi... Son mekanı parçalanmış bir halde çöp konteynerinin içi oldu... İşte kibrinden gözü dönmüş olanın sonu...Eden bulur demiş atalarımız. Kendi etti, kendi de buldu layığını. Arakan da ki müslümanlar şehit oldular. Cennet'e gittiler. Peki kendisi nereye gitti??? 
Kötülüğün sonu yok; herkes yaptığı hatanın cezasını çeker...
Son olarak bugünlerde Mısır da ve Suriye de de kahve ağacının öyküsünde olduğu gibi zulüm görüyor müslüman kardeşlerimiz. Filistin de hakeza öyle. Ama bu hikayenin sonu da belli. Elbet zalim bir gün görecek cezasını.. Bize düşen görevde dua etmektir...
Evet, ağır bir hikaye oldu belki ama kimi zaman gerçekleri görebilmek adına böyle hikayeleri de okumak gerekir... Görüşmek üzere...

1 Eylül 2013 Pazar

Hepi Börtdey :))


     İyi Geceler...
     Günlerdir meşguliyetten dolayı bloguma bir türlü yolum düşmedi. Aslında hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum, pek bir değişiklik yok. Gerçi dün benim için çok önemli bir gündü. Çünkü benim hayat dostumun yani ablamın doğum günüydü. Son bir kaç gündür 31 Ağustos tarihi için hazırlık aşamasındaydım. Zaten yoğun bir iş temposuna sahip olan ben bir de araya bu doğum günü işini sıkıştırınca hiç vaktim kalmadı blog yollarında takılmaya...
     Aslına bakarsanız doğum günü çocuğumuzun :)) özel ricası üzerine aile arasında sade bir kutlama yaptık. Ama işin en zor kısmı hediyeyi yapmaktı. Hediyeyi yapmak diyorum çünkü bu sefer gidip parayla satın alınabilecek kadar kolay bir hediyeye kaçmak istemedim. Gerçi ben hediye seçerken de çok zorlanırım ama neyse o konuya girmeyeceğim :)) Hayatımda bulunan bu özel insana çok özel bir hediye vermeliydim. Parayla satın alınamayacak kadar özel olmalıydı. İşte bu düşünce beni komple ele geçirdi ve bende sıvadım kolları, başladım hediyemi hazırlamaya...
   Beynimdekileri gerçek hayata geçirebilir miydim? bilmiyordum ama işe bir yerlerden de başlamam gerekiyordu...
     İlk olarak evdeki albümlere bakmaya başladım, ablamla ilgili olan ilk doğduğu günden bu güne kadar olan binlerce resme baktım. Evet cidden binlerce resme baktım. Çünkü babam sağ olsun küçükken bizi saniye saniye görüntülemiş. Daha sonra babamın fotoğraf çekme sevdası bana geçmiş olacak ki, üstüne birde benim çektiğim fotoğraflar eklenince binlerce fotoğraf olması çok normal ve sıradan bizim ev için :)) binlerce fotoğraf arasından kız kardeşime ait olan en komik, en manidar, en tatlı fotoğrafları çekip çıkardım. Sonra toplu aile fotoğraflarımıza baktım. Kafamdaki tasarım için en uygun olanları albümlerden tek tek çıkardım. 
    Tabi ki iş albümlerden fotoğraf çıkarmakla bitmedi bütün "olabilir" dediğim fotoğrafları bilgisayarıma tek tek taradım... Tarayınca iş bitti mi? Hayır... Taradığım resimler güzel bir photoshop programına soktum. Kesme işlemleri, rötuşlar, renk ayarları yapıldı. Fotoğraflara yazılar eklendi. Komik bulduğum fotoğraflara konuşma baloncukları konuldu ve baloncuklar esprili bir dille dolduruldu :))
      Bu arada bu işlemlerin hepsini ya ablam evde yokken ya da gece yaptım. Ablamdan gizli saklı iş yapmaktı belki de beni en zorlayan kısım :)
     Fotoğrafları hallettim bir de ablacığım için ona olan duygularımın küçük bir kısmını anlatan bir video çektim. Eveettt.. fotoğrafları hallettim, videoyu da hallettiğime göre artık kısa filmimin taslak kısmı hazır sayılırdı. Tek eksik fon müziğiydi. Fotoğraflara göre üç farklı fon müziği kullandım. Son olarak fotoğrafları istediğim sıraya soktum arkalarına fon müziğini de ekledim. En sonuna da videoyu koyup; windows media player a izlenebilecek yedi dakikalık kısa film çalışmamı tamamladım...


     Filmimi CD ye kopyalayıp, CD nin üzerine bir kaç küçük not düştüm ve en sonunda kurdele ile paket edip; ablamın sabahleyin görmesi için masasına bıraktım. 
     Bu film için son gece saat 03.15 e kadar çalıştım. İçimde ki "yetişemeyebilir" endişesine yenilmedim. Ben çok mutluydum, inşallah ablamda beğenir umuduyla yatıp uyudum..
     31 Ağustos sabahı ablam benden önce uyanmış, filmimi izlemiş.. Ben uyanınca önce sımsıkı sarıldık birbirimize sonra kutladım doğum gününü. Bana "hediyen güzel olmuş, gözlerimden yaş getirtti" dedi. ben de "Seni ağlatmak istemezdim ama beğenmene çok sevindim" dedim.. Sonrasında annemler hediyelerini verdi, pastayı kestik vs. 


     Ben görevimi tamamlamıştım. Başka bir sürü kutlayanlar oldu ama bu doğum günü en özelini ben yaptım galiba :)) Şükürler olsun ki mutluyum.. Daha ne diyebilirim ki...
     Biraz uzunca olan bu yazımda umarım sizler de okurken eğlenirsiniz...
     Sağlık ve muhabbetle kalın...