23 Ağustos 2013 Cuma

Küçük Dokunuşlar


     Selam :)
    Akşam üzeriydi, kapı çalındı. Gittim kapıya doğru, kapının dürbününden baktım. Karşımda 10 yaşlarında küçük bir kız çocuğu belirdi. Beynim "tanıdık bu çocuk, açabilirsin kapıyı" diye komut verdi. Kapıyı açtım ve gülümsemeye başladım. "Zeynep Abla bunu annem size gönderdi" dedi cılız ve çekingen bir sesle küçük kız. Tabağa baktım, gözlerim kamaştı ama kendimi daha fazla kaybetmeden toparladım ve teşekkür ettim, "içeri gelmez misin?" diye de sordum tüm misafirperverliğimle. "Annem bekliyor, teşekkür ederim" diye cevap verdi bizim kibar komşu kızı, sonra da "Hoşça kalın" dedi ve asansöre binip gitti... Yukarıda gördüğünüz resim ikindi sularında bizim için komşumuzun getirdiği o tabak işte. Kaseyi aldığım gibi odama kaçırdım. Annemlere henüz göstermedim. "Bu benim kısmetimmiş. Eğer başka bir tabak daha gelirse o da sizin olur demeyi düşünüyorum." Aslında hep paylaşımcı bir insan oldum ama işte açken ben, ben değilim. :) Şaka bir tarafa, ne güzeldir komşuluk ilişkileri. Kaç tane var ki böyle tatlı komşu? Küçük hediyelerle mutlu olabilmek, birilerini sevindirebilmek hayatta ki en değerli varlıklarımızdan biri olduğunu düşünüyorum. Hem atalarımız ne demiş "Ev alma komşu al" demiş. Daha bu sözün üstüne de ne denir ki zaten? Ben kaçayım ufaktan ufaktan. Beni bekleyen bir kase dolusu kurabiye ve türevleri varken, onları yemek için vakit kaybetmeyeyim :))
     Yine ve yeniden görüşmek üzere...

22 Ağustos 2013 Perşembe

Baş Ağrısı, Yorgunluk Ve Ben

     Yorgunluktan çökmüş durumdayım. Halen içeriden bana sesleniyorlar. Bırakın ya bende bir gün sinirleneyim, bağırayım, hüngür şakır ağlayıp içimi boşaltayım. Bazen öyle zamanlar oluyor ki robot muamelesi görmekten nefret ediyorum. "Zeynep nasıl olsa alınmaz" diye düşünen bir grup azınlık var çevremde. bırakın bir gün de benim problemlerimi çözelim. Bir gün de benim dediğimi kabul edin. Benim önem verdiklerime önem verin, ben dünya hayatını hiç önemsemezken beni önemsemediğim için yargılamayın. Ve beni önemsetmek için zorlamayın. Bir gün olsun siz empati kurun. Benim önemsediklerim ve yapacağım işler sizin istedikleriniz olmak zorunda değil. Kabul edin artık bunu. Kendilerini dünyanın merkezinde zanneden, hep kendini haklı bulan maalesef ki kendilerini gereksiz görmeme sebep olan o kişilere söylüyorum, halim selim biri olan beni bile çığırından çıkarmayı başardınız. Küçük şeylerle mutlu olan beni; ben olmaktan çıkardınız. İçimden gülmek bile gelmiyor artık. Yoruldum hem de çok yoruldum. Yeter artık bırakın beni. Çok kaba bir söz var ama çok doğru aslında "Ayı yavrusunu severken öldürürmüş" diye. Fazla sıkarsan öldürürsün. Fazla özgür bırakırsan da uçar gider. Orta yolu bulmak çok önemli. En nefret ettiğim şey; birilerinin oturduğu yerden hayatıma karışması. Ama az kaldı, bir sabah kalktığınızda ben olmazsam eğer, şaşırmayın. Çekip gidesim var uzaklara, hem de çok uzaklara...
     Şimdi yazarken bile rahatlıyorum aslında. Belki de bilinçaltım beni rahatlatmak için elinden ne geliyorsa yapıyor. Yazmak, satırların içine karışıp gitmek, edebiyat yollarında eriyip kaybolmak. Belki de bu günlerde en çok ihtiyacım olan şey..
     Neyse gitgide rahatlıyorum galiba, hatta yukarıda bazı yazdıklarımdan pişman bile olmaya başladım diyebilirim. Ne onlarla yapıyorum ne de onlarsız. Ben böyleyim galiba, sevdim mi çok seviyorum. Sevdiklerim beni üzünce dengesizleşiyorum. Yapmayın bunu bana lütfen, dayanamıyorum...


    Bir giriş cümlesi bile olmadan, aklımdan ilk geçenleri olduğu gibi klavyenin tuşlarına yansıttım. Bugünlere dedim ya mutsuzum diye, tek tek patlak verdiğini hissediyorum problemlerin. Yazdıklarım asla isyan değildir yanlış anlaşılsın istemem. Sadece birazcık beklenti ve bir parça da ricadır...
  Bu sıra beni böyle kabul edin artık. İnşallah bir gün içten güldüğüm o günlerde yeniden buluşabiliriz... Şimdilik hoşça kalın...

15 Ağustos 2013 Perşembe

Zaman Geçip Giderken...

     


       İyi Geceler;
    Keyifsizdim bir süredir, zor oldu üzerimden mutsuzluğu atmak. Ama Allah' tan her gün yeni bir gün doğuyor. Umutlar, sevinçler her gün biraz daha yeşerebiliyor. Düşüncelerimin içine zamanla olgunluk tohumları düşüyor. Zaman geçtikçe fikirlerim "insan hayatta her şeyi yaşayabilir" ilkesini beynime çivi gibi çakıyor... 
     Neredeyse iki hafta oldu yazamayalı; dediğim gibi her gün biraz daha toparlanmaya çalışıyorum. Eskisi gibi yüzüm ne zaman heyecanla güler bilmiyorum ama, her gördüğüme, her yaşadığıma alışmaya çalışıyorum. Önceden olanları değiştirebilirim zanneden ben, artık elimi bile sürmüyorum. Geleni kabul ediyorum. Gidene eyvallah diyorum. Olmayacak şeyler için heveslenmiyorum, hatta hayal bile kurmuyorum...
     Elimizden akıp giden kum taneleri gibi zaman geçiyor. Yaşadığımız her dakika geride kalıyor. Akrep ve yelkovan sürekli hareket ediyor. Güzel anıların hiç bitmemesini, hep taze kalmasını, istemediklerimizin ise dalgalar kadar gelip geçici olmasını istiyoruz. Oysa ki iyi ya da kötü geçirilmiş 10 dakika, dünyanın her yerinde 10 dakikadır. Yani öyle ya da böyle geçip gider. Sadece duygularımızdır yaşadıklarımızı seyrelten ya da yoğunlaştıran. Gerektiği yerde duygularımızı  da köreltmeliyiz. Maalesef ki her yere yetişemeyiz, yardıma ihtiyacı olan herkese el uzatamayız. Bir şeyleri başarabilmek için öbür şeylerden feragat etmek zorundayız. Üzülerek söylüyorum bunları ama birilerinin gerçekleri söylemesi gerektiğini savunuyorum. Maalesef dünya hayatı toz pembe değil...
      Şimdi beynim tüm bu düşüncelerle kavruluyor. Galiba her geçen gün biraz daha pişiyorum. Kısık ateşte, yavaş yavaş tadını ala ala pişiyorum...



2 Ağustos 2013 Cuma

Ya Ben Ya Da O

     
   
    Tercihler vardır hayatta. Kimisi istenerek yapılırken bir çoğu istemeden yapılır aslında. Tercih, seçim yapmaktır. İki nesne arasından birinde karar kılmaktır. Tercihleri karşımıza hayat çıkarır ve bunlardan kaçış yoktur. Birini seçmek zorundasınızdır. Doğru ya da yanlış birini...
      Karar verirken, nelere dikkat eder ki insan?
     Geçmişten bugüne kadar nasıl bir hayat sürdüğüne bakarak, mantık ilkeleri doğrultusunda mı karar verir? Yoksa kalbinin ve hayallerinin mi sesini dinler? Bence kalbinin sesini dinlemeli insan. Çünkü karar vermek, yeni bir yola girmektir. Yeni yola girmekte yeni bir hayata yelken açmak demektir. Herkesin yürüdüğü bir yolda duramazsınız. Genel geçer kuralları görmezden gelemezsiniz. Adımlarımızı ileriye doğru atmak zorundayızdır. Ya yanlış adımsa? diye düşünmek bizi sadece yavaşlatır. Geçmişin tek anlamı vardır; o da ondan ders çıkarmak. Ne de olsa gelecek olan her saniye geçmiş olmaya mahkumdur. Geçmişte takılı kalmamak gerek. Sana çelme takanları unutmak gerek. Çünkü kin tutmakta yavaşlatır; seni sen olmaktan çıkarır. Ruhunu ele geçirir...
     Her doğru aldığın karar da yolun daha da zorlaşabilir, dikenler çıkar yolda. Dümdüz yol, kendini engebeli dağlara bırakır. Engebeyi aşmaktır daha da önemlisi. Dağı tırmanmadan zirveye ulaşamazsınız. Bilgisayar oyunlarında ki level atlamak gibi düşünün bu işi. Her level daha zordur, ama bir o kadar da heyecanlıdır. Zor bir sınavı atlattığımızda kolay sınavların hiç biri size keyif veremez olur, sizi tatmin edemez. Neden? Çünkü öyle olaylar görüp geçirmişsinizdir ki, kolay kelimesinin anlamını unutalı çok olmuştur.Acı yemeği çok sevdiğinizi ve her gün acı biber yemek istediğinizi düşünün. Zaman içerisinde ağınız yediğiniz acıya alışır ve acı eşiğiniz yükselmeye başlar. Yediğiniz biber size tatlı biberden farksızdır. Acı yemekte istiyorsunuzdur, o zaman ne yaparsınız? Acısı daha çok olan biberler yemeğe başlarsınız. 
     Peki, en acıya ulaşıldığında, yani zirveye ulaştığımızda? Onu da zamanı gelince söylerim derdim ama bu cevabı saklayacak kadar ketum değilim. Zirveye ulaşan henüz görülmedi arkadaşlar. Evet, doğru okudunuz zirveye ulaşan olmadı. Hepimiz insanız çünkü, hata yaparız. Atalarımız ne demiş? "İnsan, beşer. Kuldur, şaşar"...
     Bu kadar felsefik bir yazının ardından ne denir ki? Haydi iyi geceler...